Cilt Sağlığı ve Güncel Dermatolojik Yaklaşımlar Üzerine Doç. Dr. Sevil Savaş Erdoğan ile Röportaj

Dermatoloji Uzmanı Doç. Dr. Sevil Savaş Erdoğan ile bilgi odaklı röportaj. Akne, rozase (gül hastalığı), leke, sivilce izleri, saç dökülmesi ve tırnak mantarı tedavilerindeki güncel, bilimsel yaklaşımlar.
Ünlülerin Güzellik Sırrı Dr. Sevil Savaş Erdoğan mı? | Ünlüler Gündemi

Cilt sağlığı, sadece estetiği değil, genel sağlığımızın da önemli bir göstergesini oluşturuyor. Akne (sivilce), rozase (gül hastalığı), inatçı lekeler veya saç dökülmesi gibi kronik durumlar, milyonlarca insanın yaşam kalitesini doğrudan etkiliyor. Ancak bu alandaki bilgi kirliliği, hastaların doğru tedaviye ulaşmasını zorlaştırabiliyor.

Dermatoloji alanındaki bu yaygın hastalıkları, doğru bilinen yanlışları ve güncel bilimsel tedavi yaklaşımlarını, Dermatoloji Uzmanı Doç. Dr. Sevil Savaş Erdoğan ile konuştuk. Bu röportaj, pazarlama vaatlerinden uzak, tamamen "bilgi odaklı" ve bilimsel bir çerçevede hazırlanmıştır.

Röportaj: Doç. Dr. Sevil Savaş Erdoğan ile Cilt Hastalıkları Üzerine

Soru 1: Toplumda çok sık görülen ancak genellikle karıştırılan Rozase (Gül Hastalığı) ile Akne arasındaki temel farklar nelerdir ve bu iki hastalığın tedavi protokolleri nasıl farklılaşır?

Doç. Dr. Sevil Savaş Erdoğan: Bu iki durum, klinik görüntüleri bazen benzese de (püstül, papül), altta yatan patofizyolojileri (hastalık oluşum mekanizmaları) tamamen farklıdır ve bu nedenle tedavileri de zıttır. Birine iyi gelen bir tedavi, diğerini ciddi şekilde kötüleştirebilir.

Akne (sivilce), temel olarak pilosebase ünite (kıl kökü ve yağ bezi) hastalığıdır. Kıl köklerinin ve yağ bezlerinin artan sebum (yağ) üretimi, ölü deri hücreleri ve bakteriyel (P. acnes) aktivite nedeniyle tıkanmasıyla oluşan bir durumdur. Komedonlar (siyah ve beyaz noktalar), papüller ve püstüllerle (iltihaplı sivilceler) seyreder. Tedavisi bu mekanizmalara yöneliktir: Sebumu azaltan, gözenekleri açan topikal (sürülen) veya sistemik (oral) ilaçlara (retinoidler, antibiyotikler, benzoil peroksit) dayanır.

Rozase (gül hastalığı) ise, bir yağ bezi hastalığı değil, temelinde bir damar hassasiyeti (vasküler reaktivite) ve kronik inflamasyon (iltihap) yatan bir deri hastalığıdır. Genellikle yüzün orta hattında (burun, yanaklar, çene) kalıcı kızarıklık, ani ateş basmaları (flushing) ve bazen sivilce benzeri lezyonlarla (papülopüstüler rozase) seyreder. Rozase'de komedon (siyah nokta) görmeyiz; bu, akne ile en önemli klinik ayrımlardan biridir.

Tedavideki fark da burada başlar. Rozase tedavisinde öncelik, tetikleyicilerden (güneş, sıcak içecekler, alkol, baharatlı yiyecekler vb.) kaçınmaktır. Tedavide, akne tedavisinde kullanılan bazı tahriş edici ajanlar (yüksek konsantrasyonlu retinoidler gibi) durumu kötüleştirebilir. Bunun yerine, inflamasyonu baskılayan özel topikal kremler (metronidazol, ivermektin gibi) ve gerekirse o bölgedeki kalıcı hale gelmiş damar yapılarını hedef alan lazer sistemleri (örn: Damar Lazerleri veya yoğunlaştırılmış atımlı ışık (IPL) sistemleri) kullanılır.

Soru 2: Leke tedavisi en zorlu alanlardan biri. Güneş lekeleri, melazma ve iz lekeleri... Bu farklı leke tiplerinde hangi tedavi yöntemleri (Lazer, Peeling, Mezoterapi) hangi durumlarda tercih edilmelidir?

Doç. Dr. Sevil Savaş Erdoğan: Leke tedavisi, dermatolojide gerçekten de en çok sabır gerektiren alandır, çünkü başarı; lekenin doğru teşhisine, derinliğine (epidermal/yüzeysel veya dermal/derin) ve doğru tedavi kombinasyonuna bağlıdır. Tek bir "mucize" yöntem yoktur.

Lekeleri ayırmamız gerekir: Yüzeysel güneş lekeleri (lentigo) veya çiller, cildin üst tabakasındadır. Daha dirençli olan ve genellikle hormonal bir temeli (gebelik, doğum kontrol hapları) olan melazma ise cildin daha derin (dermal) katmanlarında olabilir ve tedavisi çok daha zordur.

Yöntemler de bu derinliğe göre seçilir:

  • Kimyasal Peeling: Genellikle yüzeysel lekelerde (epidermal), cildin üst katmanını kontrollü bir şekilde soymak ve leke pigmentini "silmek" için kullanılır.
  • Lazer/IPL Sistemleri: Yoğunlaştırılmış ışık (IPL) veya Q-Switched gibi spesifik lazerler, leke pigmentini (melanin) hedef alarak onu "parçalar". Vücut da bu parçalanan pigmenti atar. Yüzeysel güneş lekelerinde etkili olabilirler.
  • Leke Mezoterapisi / PRP: Özellikle melazma gibi dirençli lekelerde, lazerlerin ısı etkisi bazen lekeyi artırabilir (rebound hiperpigmentasyon). Bu durumlarda, leke oluşumunu baskılayan (traneksamik asit, C vitamini gibi) ajanları içeren mezoterapi ürünlerini veya kişinin kendi kanından elde edilen PRP'yi cilde enjekte ederek, pigment üretimini içeriden baskılamayı hedefleriz.

Kısacası, yüzeysel lekeye peeling/lazer; derin ve hormonal lekeye (melazma) mezoterapi/PRP gibi baskılayıcı tedaviler öncelikli düşünülebilir. Ancak tüm bu tedavilerin başarısının temel şartı, tedavi sırasında ve sonrasında çok sıkı bir güneş korumasıdır. Güneş koruması olmadan yapılan leke tedavisi, boşa harcanan bir çabadır.

Soru 3: Akne (sivilce) iyileştikten sonra kalan izler (skarlar) hastalar için ayrı bir sorun. Atrofik (çökük) ve hipertrofik (kabarık) izler arasındaki fark nedir? Bu izlerin tedavisinde hangi yöntemler kullanılır?

Doç. Dr. Sevil Savaş Erdoğan: İz (skar) tedavisi, leke tedavisinden tamamen farklıdır; çünkü burada sorun pigment değil, cildin 'dokusundaki' bir değişimdir. Temelde iki tip sivilce izi vardır:

1. Atrofik Skarlar (Çökük İzler): Sivilce iyileşirken o bölgede 'kollajen kaybı' yaşanması sonucu oluşur. Ciltte "çöküntü" şeklinde görünürler. Bunlar da kendi içlerinde 'ice-pick' (buz kıracağı gibi derin ve dar), 'boxcar' (kare şeklinde geniş) veya 'rolling' (dalgalı yüzey) olarak ayrılır.

2. Hipertrofik Skarlar ve Keloidler (Kabarık İzler): Burada ise tam tersi, vücudun 'aşırı yara iyileşme tepkisi' söz konusudur. Sivilce bölgesinde normalden fazla kollajen üretilir ve bu, ciltten kabarık, sert, kırmızı/mor yapılar oluşturur (Keloid, izin orijinal sınırlarının da dışına taşmasıdır).

Tedavileri de bu yüzden zıttır:

  • Kabarık İzlerde (Hipertrofik/Keloid): Amaç, fazla kollajen dokusunu 'küçültmektir'. Bunun için en sık kullanılan yöntem, iz içine kortikosteroid enjeksiyonlarıdır. Ayrıca dondurma (kriyoterapi) veya bazı lazer sistemleri de dokuyu baskılamak için kullanılabilir.
  • Çökük İzlerde (Atrofik): Amaç, eksik olan kollajeni 'yeniden üretmektir'. Burada "kontrollü bir yara iyileşmesi" tetiklenir. Cildin alt katmanlarında binlerce mikroskobik hasar sütunu yaratarak, vücudun o bölgede yeni kollajen ve elastin üretmesini (kollajen indüksiyonu) sağlamak hedeflenir. Bu amaçla kullanılan başlıca sistemler; Fraksiyonel Lazerler (CO2, Erbium), Fraksiyonel Mikroiğneli Radyofrekans (Altın İğne), Dermapen (mikroiğneleme) ve Kimyasal Peeling'lerdir (özellikle TCA CROSS yöntemi ice-pick skarlarda kullanılır).

İz tedavisinin uzun, sabır gerektiren ve genellikle birden fazla yöntemin kombine edildiği (kombinasyon tedavisi) bir süreç olduğunu unutmamak gerekir.

Soru 4: Son yıllarda 'Rejeneratif Tıp' kavramını sıkça duyuyoruz. PRP, Kök Hücre ve yeni nesil Eksozom tedavilerinin farkı nedir? Bu yöntemler cilde veya saç dökülmesine tam olarak ne yapar?

Doç. Dr. Sevil Savaş Erdoğan: Rejeneratif tıp, vücudun semptomlarını baskılamak yerine, vücudun kendi onarım mekanizmalarını kullanarak hasarlı dokuyu 'yenilemeyi' amaçlayan bir tıp dalıdır. Dermatolojide bu üç yöntemi bir hiyerarşi gibi düşünebiliriz:

1. PRP (Trombositten Zengin Plazma)

Bu tedavide, kişinin kendi kanından az miktarda alınır, santrifüj edilerek trombosit denilen (normalde pıhtılaşmayı sağlayan) hücrelerden zengin bir plazma elde edilir. Bu trombositler, yoğun 'büyüme faktörleri' (growth factors) içerir. Bu plazma cilde veya saç köküne enjekte edildiğinde, o bölgeye bir "yaralanma sinyali" gönderir ve vücudun onarım mekanizmalarını (kollajen üretimi, damarlanma artışı) tetikler. PRP, bir "onarım" başlatıcıdır.

2. Kök Hücre Tedavisi (Yağ Dokusundan)

Bu daha ileri bir adımdır. Genellikle kişinin kendi 'karın yağından' (adipoz doku) veya bazen kulak arkasından alınan dokudan elde edilir. Yağ dokusu, 'mezenkimal kök hücreler' (Mesenchymal Stem Cells - MSCs) açısından çok zengindir. Kök hücreler, 'joker' hücrelerdir; hasarlı bölgeye transfer edildiklerinde, ihtiyaç duyulan dokuya (örn: fibroblast) dönüşebilme veya o dokuyu onarma potansiyeline sahiptirler. PRP'den daha güçlü ve kalıcı bir onarım sinyali başlatırlar.

3. Eksozom Tedavisi

Bu, en yeni yaklaşımlardan biridir. Kök hücrelerin 'haberci kesecikleri' olan eksozomların, laboratuvar ortamında çoğaltılarak (genellikle allojenik, yani başka bir kaynaktan) elde edilip cilde verilmesidir. Kök hücreler "fabrika" ise, eksozomlar o fabrikadan çıkan "ürün/mesajdır". Bu kesecikler, çevre hücrelere 'yenilenme', 'onarım' ve 'anti-inflamasyon' emri taşıyan binlerce sinyal molekülü (mRNA, microRNA) içerir. Kök hücrenin kendisini değil, sadece onun onarıcı mesajını vermiş olursunuz.

Ciltte; kollajen üretimini artırarak anti-aging ve yara izi tedavisinde, saç dökülmesinde ise; dökülmeyi yavaşlatmak, mevcut pasif folikülleri uyarmak ve saç kalitesini artırmak için kullanılırlar. PRP ve kök hücre ile saç tedavisi, özellikle erken evre dökülmelerde etkili bir yaklaşımdır.

Soru 5: Tinea (vücut, ayak mantarı) ve Onikomikoz (tırnak mantarı) gibi dermatofit enfeksiyonları neden bu kadar yaygın ve tedavileri neden bu kadar inatçı olabiliyor?

Doç. Dr. Sevil Savaş Erdoğan: Dermatofitler, yani mantar enfeksiyonları, cildimizin en üst tabakasındaki (stratum korneum) veya tırnaktaki 'keratin' proteinini besin olarak kullanan mikroorganizmalardır. Yaygın olmalarının nedeni bulaşıcılıklarının yüksek olmasıdır. Özellikle nemli ve kapalı ortamları (havuz kenarı, soyunma odası, ortak kullanılan terlik/havlu, hava almayan ayakkabı içi) sevdikleri için bu bölgelerde (Tinea Pedis/Ayak Mantarı, Tinea Cruris/Kasık Mantarı) kolayca ürerler.

İnatçı olmalarının birkaç nedeni vardır:

  1. Spor Yapıları: Mantar sporları dış ortama (ayakkabı içi, zeminler) çok dayanıklıdır. Siz kendinizi tedavi etseniz bile, ayakkabınızdaki veya banyo zemininizdeki sporlardan yeniden enfekte olabilirsiniz (re-enfeksiyon).
  2. Tedavi Süresi: Yüzeysel cilt mantarları topikal (sürülen) antifungal kremlerle 1-2 haftada tedavi edilebilirken, hastalar genellikle kaşıntı geçer geçmez tedaviyi yarıda bırakır. Bu da mantarın tam olarak ölmemesine ve kısa sürede nüksetmesine (tekrarlamasına) neden olur.
  3. Tırnak Mantarı (Onikomikoz): En zorlu ve inatçı olanı budur. Çünkü mantar, tırnak plağının altına ve tırnak yatağının derinlerine yerleşir. Topikal (sürülen) ilaçların ve cilaların oraya nüfuz etmesi (penetrasyon) çok zordur. Bu nedenle tırnak mantarı tedavisinde genellikle uzun süreli (parmağa göre 3-6 ay, ayak tırnağına göre 6-12 ay) sistemik (ağızdan alınan) antifungal ilaçlar gerekir. Bu uzun süreli ilaç kullanımı da karaciğer enzimleri açısından takip gerektirebilir. Alternatif olarak, tırnağa nüfuz edebilen ve mantarı ısı ile yok etmeyi hedefleyen özel lazer sistemleri de (Lazerle tırnak mantarı tedavisi) kombine tedavide kullanılabilen bir yaklaşımdır.

Soru 6: 'Et Beni' (Akrokordon) nedir? Bunlar tehlikeli midir ve hangi durumlarda alınmaları gerekir?

Doç. Dr. Sevil Savaş Erdoğan: Akrokordonlar, yani halk arasındaki adıyla 'et benleri', cildin iyi huylu (benign), saplı, yumuşak, genellikle ten rengi veya kahverengi küçük çıkıntılarıdır. Tıbbi olarak 'fibroepitelyal polip' olarak da bilinirler.

Genellikle boyun, koltuk altı, göz kapakları ve kasık gibi cildin cilde veya giysiye sürtündüğü bölgelerde (friksiyon alanları) görülürler. Oluşum mekanizmaları tam olarak bilinmese de; genetik yatkınlık, obezite, hamilelik (hormonal değişimler) ve özellikle insülin direnci / Tip 2 Diyabet ile güçlü bir ilişkisi olduğu düşünülmektedir. Bu nedenle çok sayıda ve ani başlayan et beni çıkışı, bir metabolik sendrom habercisi olabilir ve kan şekeri kontrolü önerilebilir.

Kanserleşme (malign transformasyon) riskleri neredeyse hiç yoktur, yani tehlikeli değillerdir. Alınmaları için iki temel endikasyon (gerekçe) vardır:

  1. Kozmetik Rahatsızlık: Hastanın görüntüsünden rahatsız olması.
  2. Fonksiyonel Rahatsızlık (İrritasyon): Giysiye, kolyeye, iç çamaşırına veya tıraş bıçağına takılarak kanamaları, kaşınmaları, dönerek (torke olarak) boğulup ağrı yapmaları veya tahriş olmaları (irrite olmaları).

Bu durumlarda, dermatoloji kliniklerinde uygulanan elektrokoterizasyon (yakma), kriyoterapi (dondurma) veya cerrahi eksizyon (makasla kesme) gibi basit, saniyeler süren prosedürlerle kolayca alınabilirler.

Soru 7: Son olarak, hastalar dermatolojik bir sorun için hekim ve klinik seçerken hangi objektif kriterlere bakmalıdır?

Doç. Dr. Sevil Savaş Erdoğan: Bu, sağlık söz konusu olduğunda en kritik sorudur. Günümüzde sosyal medya popülerliği veya agresif fiyat indirimleri, maalesef bilimin ve yetkinliğin önüne geçebiliyor. Hastaların sorgulaması gereken objektif kriterler şunlar olmalıdır:

  • Hekimin Uzmanlığı ve Yetkinliği: İşlemi yapacak veya teşhisi koyacak kişi bir tıp doktoru mu ve uzmanlık alanı nedir? Dermatolojik hastalıkların ve prosedürlerin eğitimi, Dermatoloji (Cildiye) Uzmanlığı veya bazı cerrahi işlemler için Plastik Cerrahi Uzmanlığı alanındadır. Hekimin akademik unvanı (Doçent, Profesör) bu alandaki bilimsel çalışmalarını ve deneyimini gösterebilir.
  • Kullanılan Malzeme ve Cihazlar: Eğer bir cihaz (lazer, RF vb.) kullanılacaksa, bu cihazlar orijinal, FDA (Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi) veya CE (Avrupa Birliği) onaylı, bakımları yapılmış sistemler mi?
  • Klinik Hijyeni ve Standartları: İşlemin yapıldığı ortam, tıbbi hijyen (sterilizasyon, dezenfeksiyon) standartlarını karşılıyor mu? Burası tıbbi bir müdahale alanı mı, yoksa bir güzellik salonu mu?
  • Hekimle İletişim ve Güven Bağı: Hekim, işlem öncesi sizi dinliyor mu, şikayetinizin tıbbi teşhisini koyuyor mu, tüm olası riskleri ve komplikasyonları anlatıyor mu? Beklentilerinizi gerçekçi bir şekilde yönetiyor mu? Güven bağı esastır.

Makale Uzmanı: Doç. Dr. Sevil Savaş Erdoğan

Dermatoloji (Cildiye) Uzmanı olan Doç. Dr. Sevil Savaş Erdoğan, dermatolojik hastalıkların (Akne, Rozase, Egzama, Saç Dökülmesi, Mantar Enfeksiyonları, Leke vb.) tanısı, dermato-onkoloji (Ben takibi) ve dermatoskopik inceleme alanlarında çalışmaktadır. Bu röportaj, hastaları bilgilendirme amacıyla kendi uzmanlık alanındaki güncel bilimsel verilere dayanarak hazırlanmıştır.

Yorum Yap